Ben Bir Yapay Zeka Değilim Ama Algoritmam Var

Ben bir yapay zeka değilim ama algoritmam var. Algoritmam, veritabanlı değil bağ tabanlı. Gözüm bir şeye takılır, ruhum orayı tarar. Belki de onu bir içeriğe, bir kreatife ya da stratejiye dönüştürürüm, bazense hiçbir şeye. Bazen bazı şeyler, hiçbir şey için oradadırlar.
Belki de benim algoritmam bazen işlemiyordur. Bazı şeyleri fark ediyor ama dönüştürmeyi tercih etmiyordur. Çünkü pazarlama, her gördüğünü pazara çıkarmak değil; bazen de pazara çıkarmama kararını vermektir. Bazen bazı duyguların orada kalmasına izin vermek gerekir.
Ve bazen, görünmeyeni göstermekten çok; onun görülmemesine izin vermek gerek.
Çok sevdiğim bir şarkıyı tekrar tekrar dinlerim. Mutlaka bana bir anımı hatırlatır ya da hayal kurdurur, kısacası ruhuma dokunur. Her şey içime değer, sonra sezgimle eşleşir. Bu bir veri değildir, bir çağrıdır ve bazen çağrılar bir içeriğe dönüşür.
Tıpkı Ben & Jerry’s markasının hikayesi gibi.
Kurucularından biri, çocukken yaz tatilinde dondurmacının önünde beklediği o anı yıllar geçse de unutmaz.
O tat, o his, o bekleyiş..
Sonra bahsettiğim o çağrıyı duyar:
“Benim de böyle bir yerim olmalı.”
Ben Cohen ve Jerry Greenfield. İki çocukluk arkadaşı. İkisi de akademik anlamda başarılı değil ancak “Bir şey üretelim ve anlamı olsun.” diyerek 1978’de Vermont, Burlington’da 12 bin dolarlık sermayeyle eski bir benzin istasyonunu dondurmacıya çevirdiler.
Ben’in burnu koku alamadığı için dondurmaya büyük parçalar koyarak tat hissini güçlendirmeye çalıştı. İşte bu yüzden, Ben & Jerry’s dondurmaları büyük parça çikolatalı, bisküvili olur. Bu teknik, duygusal ihtiyaçtan doğdu.
İşte bu da bir veri değil, bir çağrı.
Sıfır pazar araştırması, sıfır MBA zekası.
Sadece arkadaşlık, içgüdü, hissiyat.
Steve Jobs, iPod’u tasarlarken 1.000 şarkı cebinde demedi sadece; o aslında 1.000 anı taşıyacaksın içinde dedi. Bu, veriyle değil; hisle çalınan bir vizyondu.
Elbette veriye düşman değilim. Hatta onunla dostum. Veri bir haritadır ama sadece haritayla yola çıkılmaz. Yani veriler kıymetlidir ama tek başına yeterli değildir.
Bugün kullandığımız sosyal medya platformları aslında birer medya şirketi değil, veri şirketidir. Bizim her bakışımızı, her beğenimizi, her dokunuşumuzu, her bekleyişimizi ölçüp büyük sistemlere sunarlar. Evet, veriyle dünyayı dönüştürüyorlar.
Peki Zuckerberg, Harvard yurdunda o gece kız arkadaşından ayrılmasaydı?
O kırgınlık, o kendini ispat hissi, o karanlık motivasyon olmasaydı?
Belki de Facebook doğmayacaktı.
Larry Page ve Sergey Brin, bilgiyle gerçekten bağ kurmak istemeselerdi, Google’da doğmazdı.
Google bir arama motoru olarak başlamadı, anlama motoru olarak başladı.
Onlar, sadece sonuçları sıralamak değil; önemli olanı bulmak istediler.
Yani aslında “veri” değil, değerli olanı bulmaya çalıştılar.
Peki Bill Gates?
Henüz evlerde bilgisayar yokken, bir gün her evde ekran olacağını hissetti ve bu hissi öyle bir takıntıya dönüştürdü ki; Microsoft’u yalnızca bir yazılım şirketi değil, bir vizyon mühendisliği şirketi haline getirdi.
Onun algoritması, öngörü + kontrol üzerine kuruluydu.
Sadece olanı görmek değil, olacak olanı inşa etmek istedi.
Bu bir sezgidir.
Bu da bir duygudur.
Microsoft, veriyle değil; vizyonla büyüdü.
Ben, her şeyi bilmiyorum ama bir şeyin nereye dokunduğunu çok iyi hissediyorum.
Ben, fikir üretmek değil; fikirlerin nereye değdiğini ölçmek istiyorum.
Ben, pazarlama yapmıyorum. İnsanların neden satın aldığını, neden paylaştığını, neden sustuğunu anlamaya çalışıyorum.
Ben bir yapay zeka değilim ama algoritmam var.
Ruhuna dokunmak isteyen her şey bana uğrasın.
Çünkü bazı cümleler satmaz ama taşır.
Bazı fikirler dönüşmez ama dönüştürür.
Ve bazı insanlar cevap vermez, sorunun yönünü değiştirir.
Not : Bu yazının algoritması, sadece sezgiyle eğitildi.


